İstanbul’da gösterilecek ödüllü film Ali’nin Tabiatı’nın yönetmeni Levent Çetin, “Alevilik, ekoloji ve insanbilim ile ilgili koca bir evrenin içinde buldum kendimi. Bu koca evren bir uçtan bir uca dünya görüşüm değişti” diyor.
Işıl ÇALIŞKAN
Ekoloji ile Alevi kültürü ve inancı arasındaki ilişkiyi konu alan yönetmenliğini Levent Çetin’in yaptığı ödüllü film Ali’nin Tabiatı derhal beyazperdede. Bugünden itibaren İstanbul AKM Yeşilçam sinemasında seyirciyle buluşacak film, 11 Şubat’tan itibaren de Ankara Sihirsel Fener sinemasında gösterilecek. Oyuncu kadrosunda Sezgi Eke, Ozan Ayhan, Mehmet Usta, Ahmet Melih Yılmaz, Ayaz Gülşen, Çetin Sarıkartal, Elçin Atamgüç ve Çağla Acar gibi isimler yer alan film, keza yurt içinde keza de yurt dışında onlarca ödüle bedel görüldü. Yönetmen Levent Çetin ile Ali’nin Tabiatı’nı konuştuk.
Egemen filmlerde başlıca doğa en kayda değer unsurlardan biri oluyor. Doğanın sanatsal yanı ve bağımsız filmlerle ilişkisinden bahseder misiniz?
Sanırım Latife Tekin söylemişti. “İyi edebiyat doğa için yazılır” diye. Gerçekte bunu sanatın her alanı için söyleyebiliriz ya da genişletebiliriz. Sanatın ortaya çıkışı da zaten insanın doğa ile olan ilişkisinden ortaya çıkıyor. Son zamanlarda da ekolojiye olan alaka hem çağdaş sanat alanında hem belgesellerde ayrıca de kurmaca filmlerde arttı. Türkiye sineması da doğayı ve taşrayı hep sevmiştir. Ama burada insan öncellikli, insanı merkeze alan bir yapıdan söz ediyorsak, böyle hikâyeler anlatıyorsak yetersiz veya zamanın ardından bir şeyler yapıyoruz demektir. Ben daha ekolojist bir yerden bakmak istiyorum. Alevilik inancının da böyle olduğunu düşünüyorum. Örneğin devri-daim düşüncesine tarafından bir köpeğe ya da bir çiçeğe dönüşebilirsin. üstelik doğayı yalnızca mekân olarak kullanan filmler var. Türk sinemasının taşra ve doğa ile ilişkisi genelde böyle sanırım. Burada da yetersiz bir alan var bence. Çünkü doğa ve taşra daima aynı referanslarla anlatılıyor. Defalarca aynı taşrayı izliyoruz. Taşrayı inançların ve kültürün olduğu bir mekân olarak düşünemiyoruz nedense.
Ekoloji ile Alevi kültürü ve inancı arasındaki ilişkiye odaklanan bu filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı?
Filmin hikâyesinde geçen balık mezarlarına ilk olarak bir gazete haberinde rastladım. Malatya’nın Arguvan ilçesinin Kızık köyünde bir göletin içinde yaşamış balıkların tanrısal sayıldığı ve balıkların öldürülmediği eğer ölürlerse onlar için yapılan mezarlığa ibadetle defnedildiği yazıyordu. Alevilik düşüncesinin yerel bir uygulaması aslında. Bu konu çok kafama takıldı. İnternette araştırma yaparken Anadolu’da ve dünyanın başka yerlerinde bu cins inançları açıklamak için “kutsal ekoloji” adında bir kavramla karşılaştım. Bu akademik kavram yerel kültürlerdeki ekolojik yaklaşımları açıklama yapmak için kullanılıyordu ve gerçekten bu nesil inançların doğayı korumaya yönelik olarak geliştirildiğini söylüyordu. Bu benim fazla ilgimi çekti. Çünkü ekoloji meselesinde de aynı şeyler söyler söylenip duruyor ve bunların birçok modern fikirler. Aslında doğayı yok eden bir zihnin ürünü. Sonradan bu hikâyeye dönüştü, sonra da senaryoya.
dahası filmde defineciler var. Balıklar toprağa gömülüyor. Defineciler toprağın altından bir şey çıkarmaya çalışıyor. Definecilik Anadolu’da çok eski bir dilekçe. Fakat biraz düşündüğümüzde sahiden de sürekli toprağın altından bir şey çıkarmaya çalışıyoruz. Bunun için maden ocakları kuruyoruz, altın arıyoruz…
Yönetmen Levent Çetin
Muhakkak hayatın akışında sizi etkileyen o kadar çok olayla karşılaşıyorsunuzdur. Bu film olmalı dedirten ne oldu size?
Aslında yazdığım, tasarladığım veya kurguladığım hikâye kadar bir araştırmaya alan açması beni çok motive ediyor. Bir konuyla ilgili araştırma içinde buluyorsam kendimi o beni sürüklüyor. Bu film üzerinde çalışırken üstünde düşündüğüm hikâye öbür bir pencere açtı bana. Alevilik, ekoloji ve antropoloji ile ilgili koca bir evrenin içinde buldum kendimi. Bu koca cihan doğruca dünya görüşüm değişti. Yani sahiden bir hikâye ne dek büyüyebiliyorsa, genişleyebiliyorsa ben pek motive oluyorum.
YURTDIŞINDAN 20 ÖDÜL
Film yalnızca Türkiye’de değil dünyada da birçok ödüle değerinde görüldü. Bu evrensel müşterek gösterme size nasıl hissettiriyor?
Film yurtdışındaki festivallerden 20 değin ödül aldı. Bir Takım festivallere ekoloji kategorisi konulmuş. Bu çok yeni bir gelişme. Böyle bir kategorisi olan başvurduğumuz festivallerin hepsinde En iyi Doğa/Ekoloji filmi ödülü aldı. Çok yerel bir hikâyeyi anlatıp Uzakdoğu’dan Latin Amerika’ya dünyanın o kadar fazla yerinden ödül edinmek mutluluk verici. Hikâye anlaşılıyor demek fakat. Benzer hissiyatlar var seslenmek ama.
Filmin bundan sonraki yolculuğunda nasıl maceralar var?
Başka şehir halkı gösterimleri planlıyoruz. Sinemalar için şiddet bir dönem. Ardından televizyon ve dijital platformlarda izleyici ile buluşur diye düşünüyorum.